Bir Yöntemin Geliştirilmesi: Suzuki'nin deneyleri

Herkese merhabalar :)

Geçtiğimiz hafta "Suzuki'den mektup var" başlığı ile yayınladığım yazı bir haftada 2046 kişiye ulaşmış! İlginiz, paylaşımınız ve desteğiniz için çok teşekkürler :)

Suzuki'ye bu kadar ilgi duyulunca ben de Suzuki'nin kendi mektupları, ses kayıtları ve konferanslarını aktardığım bu seriye devam etmeye karar verdim. Bu hafta Suzuki'nin 16 Ekim 1973 tarihinde Japonya Eğitim Psikolojisi Enstitüsünde Anadil Metodunu anlattığı bir konuşmanın deşifresini sizlerle paylaşacağım.

Biz insanlar genellikle sonuçlardan haberdar oluyoruz ve yine bu nedenle sonuçlara daha çok değer veriyoruz. Oysa ki başarılar birçok dikenli yollar geçilerek, defalarca denemeler yapılarak, ve çoğu zaman da başarısız olarak geçen uzun bir sürecin sonunda gerçekleşiyor. Sanırım önemli olan yılmadan, düşsek de kalkıp tekrar deneyerek ve her başarısızlıktan bir sonuç çıkartarak ilerlemek...

Suzuki de birtakım zorluklarla karşılaşmış tabiki... Kendi Anadil Metodu geliştirme sürecini, yaptığı denemeleri okuyacaksınız bu yazıda. Geliştirdiği yöntemin sonunda da yetiştirdiği öğrenciler onun gurur kaynağı olmuş. Öğretmenler gününü kutladığımız bu hafta ben de büyük öğretmen Suzuki'nin ellerinden öpüyorum.

Her alanda fark yaratmış güzel yürekli öğretmenlerin de öğretmenler gününü kutluyorum!

Sözü daha fazla uzatmadan Suzuki'ye bırakalım. 

Herkese keyifli okumalar ve oyun tadında bir hafta diliyorum :)


Anadili Eğitimi Yöntemi

40 yıl önce oldukça şaşırtıcı bir gerçek bana bahşoldu. Dünyadaki tüm çocuklar kendi anadillerini konuşabiliyorlar, dahası bunu profesyonel düzeyde akıcı bir biçimde yapıyorlardı. "Bütün bunlar ne ile ilgili?" diye sordum kendime. Yetişkinler genellikle bir çocuğun düşük öğrenme düzeyinde olmasını "böyle doğmuş" olmasına bağlıyorlardı. "Beyinsiz ve kalın kafalı" en sık kullanılan sitemlerdi. Ancak aynı çocuklar, bir beyin hasarları olmadığı sürece, Japonca gibi oldukça karmaşık bir dili akıcı biçimde konuşabiliyorlardı. Eğer bu çocuklar gerçekten beyinsiz ise konuşma becerisini de gösteremez durumda olmalıdırlar. Bu ne anlama geliyor? Anadil yöntemini her çocuğa uygulayabilir miyiz? Neden okullardaki farklı derslerde bu yöntemi kullanmayalım? Yetenek nedir? Sonradan kazanılabilir mi? yoksa doğuştan mıdır? Konuyu daha da ileri taşırsak 'doğuştan' yetenek ne demektir?  Herkes gibi 40 yıl önce ben de eğer bir çocuk okulda başarısızsa aynı zamanda tembel, beyinsiz ya da kalın kafalı olduğunu düşünürdüm. Yeteneğin de doğuştan geldiğine inanırdım. 

O günden itibaren bu sorular üzerine çalışmaya başladım ve anadil metodunun uygulanabilirliğini gözlemlemeye ve denemeye başladım. 

- Çevresel şartlar ve bu şartların yeni doğan bir bebek üzerine etkisi anadilin seslerine alışmayı sağlıyor. 
- Mama gibi ilk seslerin defalarca tekrarı ile bu sesler yerleşiyor.
- Her gün bebek konuşmaya başladığı andan itibaren aileler olumlu bir tutum içinde oluyorlar.
- Her gün günlük çalışma ile doğal bir gelişim oluşuyor.
- Ebeveynin çocukta coşku yaratması ve çocuğun yeni yeteneğini elde etmede bulduğu mutluluk...  

Sonuç olarak anadil yaklaşımı ile doğal süreçle öğretmenin muhteşem bir eğitim süreci olduğu öğrendim. Bu çocuğu coşku ile dolduruyor. Bu sabahtan akşama kadar süren doğal bir süreç. Diğer eğitim metotlarında olduğu gibi şartlandırılmış bir öğrenme olmadığı için çocuk ızdırap çekmiyor. Hangi çocuk anadili öğrenmeyi reddeder?, ya da rutin ve sıkıcı bulduğu için bu iletişim biçimini bırakır? Böyle bir ortamda yaşayan her çocuk, bu keyifli yeteneğe katılma konusunda sürekli istek duyar, yanlışsız bir şekilde gelişir ve ebeveynler tarafından sağlanan uyaranlara göre yanıt verir.

Bu metotla hangi insan becerisi geliştirilebilir! Üstün özellikte bir çevre, coşku ile becerilerin gelişimi, keyifli çalışma sonucu daha da çok çalışma ve daha da çok keyif! Bundan eminim ki anadil metodu insan becerilerinin gelişiminin en olağanüstü örneğidir!

Normal bir Okulda Deneysel Sınıf

Bu yöntemi küçük çocukların müzik eğitimi için uyarlamaya çalıştım. Ön yetenek değerlendirmesi yapmadan bir grup çocuk kabul ettim ve her çocuğun gelişebileceğini kanıtlamak için onlara deneysel olarak keman öğretmeye başladım. Öğrenciler büyük bir gelişim gösterdiler ve süreçten büyük keyif aldılar. Bu ilk gruptaki öğrencilere ne olduğu ve şu an dünyanın dört bir yanında nasıl aktif olduklarına sonraki bölümde yer vereceğim. Ancak bu çalışma ile anadil metodunun diğer ders ve konular gibi müzik eğitimine aktarılabileceğini test etmiş oldum ve kendimi bu konuda çok daha güvenli hissettim. 

Yirmi beş yıl önce, okul deneyini günlük sistemde yapma konusunda büyük bir istek duyuyordum ve bu amaçla Matsumoto ilk okulu müdürü Kamijo ile görüştüm. Beni büyük bir sevinçle karşıladı ve okul deneyi süreci başlamış oldu. 

Okulun birinci sınıfta 4 grubu vardı ve hiç kimse deneysel bir çalışma yapmıyordu. Hiç kimsenin 'başarısız olmadığı', kimsenin atılmadığı ya da kalmadığı, bir model önerdim. Bay Tanaka görevini üstlendi ve deney başladı. 

3'e kadar sayamayan bir çocuk vardı, engelli gibi görünüyordu ama onu gözlemlediğimde anadilini sorunsuz konuşabildiğini gördüm. Bay Tanaka'ya bu çocuğu gruptan çıkarmamasını söyledim ve kendi yaklaşımımı açıkladım. Bay Tanaka beni çok iyi anladı ve bu çocuğun zorluklara rağmen sınıfa gelmiş olduğunu ve sınıftaki diğer 40 çocuktan pek farklı olmadığını gördü. Sonrasında bu öğrenci Japonya'da öğrenciler için oldukça zor ve çekişmeli olduğu kabul edilen yüksek okul sınavlarını kazandı. Matsumoto'da normal bir okulda, normal öğretmenler tarafından uygulanan bu deney ilkokullarda hiçbir çocuğu sınıftan çıkarmadan ya da başarısız diye sınıfta bırakmadan bu metodun uygulanabilir olduğunu kanıtladı. 

Bu metot ile her çocuğun beceri ve yeteneklerini geliştirebileceği açıkça kanıtlanmış oldu. Bu deney sınıfında aşağıdaki durumlar da gözlemlendi: Ödev verilmedi; bilgi bilinçdışı bir çaba ile çocuklar tarafından özümsendi, dersler eğlenceli bir atmosferde yapıldı, ve tüm bunlar içinde en önemlisi hiçbir çocuk başarısız hissettirilmedi. 

Ne yazık ki bu sınıf Bay Tanaka'nın ölmesi ve yeni gelen yöneticinin deneysel yöntemlere izin vermemesi sebebiyle çocukların ve ailelerinin tüm istek ve uyarılarına rağmen dört yıl sonra kapatıldı. Sınıf öğrencileri diğer sınıflara ve okullara dağıtıldı. Tekrar eski şartlı sisteme geri dönüldü. 

Yoji Gakuen'de Yetenek Eğitimi

Sonrasında size Yetenek Eğitimi Enstitüsü'nde  çocukların bireysel becerilerini geliştirmeyi amaçlayan eğitim metotlarının uygulanabilmesi için deneysel bir okulöncesi grubu oluşturduğumuzu söylemeliyim. Yirmi beş yıl önce Matsumoto'da okulöncesi çocukları için Japonca "Yoji Gakuen" isimli bir Yetenek Eğitimi Enstitüsü kurdum ve Japonya'nın bu bölgesinden sorumlu olan ve çalışma alanı çocukların yeteneklerinin geliştirilmesi olan Bayan Yano'yu bu projeyi başlatması için davet ettim. Bu projeye öğrenciler hiçbir öntest yapılmaksızın kabul edildiler. Bu okul yirmi beş yıldır faaliyet gösteriyordu. Sınıfta 3, 4 ve 5 yaşlarında 60 çocuk bulunuyordu. Normal okullarda olduğu gibi biz de çocukları yaşlarına göre ayırmadık. Çünkü üç yaşındakilerin, büyük çocukların sağladığı uyarıcı ortamın altında daha hızlı büyüdüklerini biliyorduk. İlk yıl bu öğrenciler 170-180 tane haiku ezberlemişler ve bunlardan herhangi birini istenildiğinde tekrarlayabilecek beceriye ulaşmışlardır. Haiku, üç satırdan oluşan ve her satırında 5-7-5 hece olan bir Japon şiiri türüdür. Haiku dışında bu çocukları hızlı refleksler geliştirmeleri için beden eğitimi, sayıların doğru yazılması ve kanji okuma gibi konularda da yetenek gelişimi eğitimine tabi tuttuk. Kaligrafi çizimi öğretildi. Aynı zamanda kendi anadilleri olan Japonca'yı temiz ve doğru konuşma dersleri de aldılar. Bunu yapabilmek için televizyon spikerlerinin öğretim metotlarını kullandık. Bu çocukların coşkularını ve mutluluklarını gözlemlemek onlarla çalışan yetişkinler için en büyük doyumdu. Geçtiğimiz yedi yılda Tanaka-Binet sistemi ile bu öğrencilerin IQ puanlarını ölçtük ve okulöncesinden mezun olan öğrencilerimizin IQ puanlarının 160 civarında olduğunu gördük. 1973'te ortalama 158'di. 

Bu bilgiyi duyan bir çok aile çocuklarını bu okula yazdırmak için akın etti ve sonraki 4 yılda okul tam kapasite ile çalıştı. 
Özetlemek gerekirse: Anadil Metodu çocukların tekrarlanan uyaranlarla becerilerini geliştirmelerine ve içselleştirmelerine liderlik eder. Eğer bir çocuk Alaska'ya götürülürse yıllarca soğuk havaya maruz kalması cildinde ve tüm vücudu üzerinde soğuğa dayanma yeteneğini geliştirecektir. Diğer yandan bu çocuk tekrar Tokyo'ya dönerse sadece soğuk bir deneyim hakkında bilgi sahibi olacak ve kendisinin bir parçası olarak soğuğa tahammül edemeyecekti. Bu öğrenme yöntemini kullanmak için eğitilen çocuk, diğer yeteneklerin de oyuna dahil edilebileceğini görecektir.  Bu anapara ve faiz teorisine benzerlik gösterir. Faiz daha çok para getirir, daha çok para da daha çok faiz. 

Şimdi bunun fiziksel kısmına bir bakalım. Alaska'da deneyim yaşayan çocuk örneğinde olduğu gibi soğuk ortama dayanma kabiliyeti oluşturma deneyiminin aslında fizyolojik olduğu anlaşılmaktadır. Anadil metodunun da fizyolojik olduğunu düşünüyorum. Buradaki fark hava ve ses arasındaki deneyimdir. Bir yandan , sürekli deneyimle gelişmekte olan soğuğa dayanma kabiliyeti ve diğer yandan, sürekli bir ses deneyimi ile anadilini konuşabilme yeteneği. Ben bunu aile ile bebeğin etkileşimine benzetiyorum. Bebeğin ailesi ile yaşamı paylaşarak ailesinin zihnini, duyu ve duygularını öğrenmesi ve kendine mal etmesi de aynı zamanda fizyolojik bir deneyimdir. Beyin fizyolojisi alanında böyle bir konunun çalışılıp çalışılmadığını bilmiyorum ancak benim deneyimime göre böyledir. 

Neden bu kadar çok şey tükendi?

Bu metot ve eğitimin temel amacı günümüzde her çocuğun düzenli olarak deneyimlediği yöntemden farklı olmalı. Günümüz genel eğitiminde çocukların öğrenmesi gereken çeşitli becerilerin tekrarlanamaması ve bu nedenle kendi oluşlarının bir parçası haline getirememesi ile çok sık karşılaşılmaktadır. Bugün ilkokullarda olup biten, müfredatın insan denklemine bakılmaksızın maliyete bağlı kalmasıdır.

Giderek zorlaşan içerik belli bir rutin ile çocuklara dayatılıyor ve bu tempoya uyamayan çocuklar derin bir başarısızlık duygusu yaşıyorlar, geri kaldıklarını düşünüyorlar ve çok sık olarak okulu bırakıyorlar. Ve çok daha sık olarak bizim Yetenek Enstitüsünde yapmaya çalıştığımızın aksine aileler çocukları ile yakın bir ilişki kurmak yerine vazgeçmeyi ve "Bu çocuk böyle doğdu ve ona yardım edemem." demeyi tercih ediyorlar. Eminim ki bugün düşük gelişim gösteren çocukların tamamında bu talihsiz düşünce sistemi işliyor. 

Bu azgelişmişlik, bebeğin ilk ağlamasıda başlayarak evde eğitimin başarısız olmasından kaynaklanmaktadır. Genç bitkiler hasar görürse, sonucun ne olacağını çok iyi biliyoruz. Ulusların bu en önemli konuya daha fazla önem vereceği, ulusal refah için çok önemli olduğu ve doğru gelişmeyi sağlayan bir ulusal politikayı uygulayacağı günü bekliyorum. Bu bölümde işaret ettiğim gibi öğrencilerin okulu bırakması meselesi ile ilgili olarak birinci sınıf öğrencilerinin farklı yeteneklerinin geliştirilmesi çok ciddi bir konudur.

Günümüzde uygulanan sistem aynı zamanda öğretmenler için de zorluklar ve hayal kırıklıkları oluşturuyor. Çocukta bir coşku eksikliği, mutsuzluk hissi uyandıran ve sonuç olarak, düşüp gitme eğilimi göstermelerinin ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Biz Yetenek Eğitimi Enstitüsü'nde öğretmenlerin bir uyarı sistemi var: "Müfredatı zorlamak öğrencilerin bırakmasına neden olur." 

Eğitim kelimesinin Japoncası kyoiku'dur. Kyo öğretmek ve iku da beslemek, yetiştirmek demektir. Bu kelimeden şu anlaşılabilir ki, 'öğretmek eyleminin' (Kyo) çocukların bırakmasına neden olduğunu ve besleme ve yetiştirmenin (iku) dengeli çocuklar yetiştirmek demek olduğunu anlamalıyız.  Bu ikisinin karışımının (kyoiku) çocuğun becerilerini içselleştirmesi olduğunu farketmeliyiz. Anadil yöntemi tüm bunlar ile ilgilidir. 

***
Şimdi daha önce bahsettiğim bırakmaya izin vermediğimiz deneysel sınıfımıza ve Bay Tanaka'ya geri dönelim. Birinci sınıf öğrencilerinin ilk dersleri büyük bir önem taşıyordu. Aynı anadil yönteminde olduğu gibi başlangıç oldukça yavaş planlandı. Bütün öğrencilerin hatasız olarak başarabilecekleri çok kolay görevler ve materyal ile başlandı. Bu güven ve coşku inşa etmenin bir başlangıcı oldu. Bay Tanaka, her çocuğun içeriği anlayabileceğinden emin oldu. Özellikle "hata yok!" teorisi üzerinde çalışmalar yaptı. 

Dahası, hepimizin bildiği gibi öğrencilerin çok kısa dikkat süreleri olduğunu keşfetti. Bazı öğrenciler 5-6 dakika sonra sıkılıyorlar ya da ilgilerini kaybediyorlardı. Bu durum gerçekleştiğinde matematik dersi anında dil dersine dönüştürülüyor, yine dikkat dağınıklığı olduğunda bir başka derse geçiş yapılıyordu. Yılın sonunda bu öğrenciler her derse 45 dakika odaklanabilme becerisi geliştirdiler!

Dil bilgisi dersi günde 5-10 dakika süren 5 periyot olarak uygulandı.  Bay Tanaka öğrencilere ilk olarak öğrenmeleri için sekiz sözcük veriyordu. Her çocuk hatasız öğrendikten sonra iki tane daha ekliyordu. Çocuklar önce öğrendikleri sekiz sözcük ile sonrakileri ilişkilendirerek çalışıyorlardı. Bu eklemeler ilk kitapları bitene kadar devam ediyordu. Bu yöntemin başarılı olduğunu kendim gözlemledim. Okula defalarca gözlem yapmaya gittim. Öğrenciler sıralarında oturuyorlardı ve önlerindeki kitapları kapalı duruyordu. Bay Tanaka bir öğrenciye 12. dersi okumasını istedi. Öğrenci ayağa kalktı ve kitabı açmadan hatasız bir biçimde tüm dersi okudu. Bir başka öğrenci aynı şeyi 17. ders için yaptı. Bu süre boyunca sadece okumayı değil yazmayı da öğrendiler. Bay Tanaka tüm sınıfa 18.dersi yazmalarını söyledi ve öğrenciler dikkate değer bir hızla, doğru ve kolaylıkla yazdılar. 

Bay Tanaka'ya denemeyi teklif ettiğim bu yöntem kullanılırsa, her çocuk coşku ve çalışma sevinci ile ateşlenecek, teşvik edilecek ve keşfedilen yetenekleri bir kartopu gibi büyüyecektir. Ben de birebir aynı metodu müzik öğretmekte kullandım. Her çocuk gelişebilir.

Benim Deney Raporum

Anadil yöntemine 40 yıl önce çalışmaya başladım ve bu şekilde öğretilirse her çocuğun gelişip gelişemeyeceğini denemek için keman eğitiminde uygulama başladım. 

Daha önceden bir dinleme ya da yetenek ölçümü yapmadan bütün çocukları kabul ettim ve onları Anadil yöntemi ile -bugün batı ülkelerinde bilinen adı ile Suzuki yöntemi ile- eğitmeye başladım. İlk çalıştığım çocuk 4 yaşındaki Toshiya Eto idi. 

Sonraki öğrencim 3 yaşındaki Takaya Urakawa Kobayashi Kardeşleri takip etti. Hidetaro Suzuki, Taka Urakawa ve diğer birçok öğrenci coşku dolu ve destekleyici ailelere sahiptiler. Hepsi bir ödül aldılar. Toshiya Eto 11 yaşındayken oldukça prestijli Mainichi Shimbun ödülünü kazandı. 

Hiçbir öğrencime profesyonel olmaları için baskı yapmadım. Bu benim eğitimimin temel amacı değil. Ancak aynı zamanda profesyonel çalışmak isteyen öğrencilerimi de engellemedim. Birçok öğrencim iyi öğretmenlerle çalışmak için Amerika, Fransa, Belçika ve Almaya'ya gittiler. Çalgılarında yüksek dereceler aldılar ve iyi pozisyonlarda çalışmaya başladılar. Toshiya Eto dünya çapında bir solist olarak tanınmaktadır. Koji Toyoda şu an Berlin Radyo Senfoni Orkestrası'nın başkemancısıdır. Takeshi Kobayashi Çekoslavakya Senfoni'nin; Kenji Kobayashi Oklahom ve  Bamberg Senfoni'nin başkemancısıdır. 

Batılılar tarafından Japon halkının  müzikal olmadığının düşünüldüğü ve Batı'nın bakış açısına göre  bu görüşün doğru olduğu bir zaman vardı. Batı müziğine hiç maruz kalmadıkları için hiçbir şey bilmiyorlardı. Ancak hiç kimse ortalama bir Japon çocuğunun anadilini okuma yazma bilmeden önce öğrendiği gerçeğini araştırmadı. Önceki bölümlerde detaylı anlattığım gibi bu gerçek bana anadil metodunun sadece müzikte değil tüm alanlarda kullanılması ile ilgili bir ipucu verdi. Matsumoto'daki ilkokulda yaptığım denemeler de bu gerçeği kanıtladı. Müzik eğitimini ilk kez uyguladığım bahsi geçen grup ile bu metodun etkiliğini görmüş oldum. Dünyada ülke ve ırk gözetmeksizin anadil yönteminin her alanda kullanılmasının daha iyi bir öğrenme atmosferi yaratacağına ve bu sürecin ürünü olarak insanlara barış getireceğine inanıyorum. 

Hepimiz çok yakın arkadaşım olan Pablo Casals'ın, kardeşliğin bu idealine ve müziğin bu ideal içinde oynayabileceği büyük role ne kadar inandığını biliyoruz.

Shinichi Suzuki
16 Ekim 1973













Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çok ÖZEL bir Hediye: Ses Dalgaları ile Sanat

Kemanda Akort Sistemleri ve Küresel Frekans Isınması

Prof. Şeyda Çilden'i Emekliliğe Uğurladık